Zafer Akşit
İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor
‘Burası’ hala orada mı?
2024
4 Parça Ses Yerleştirmesi
Tarihi Sinop Cezaevi 40’12’’
Tersane Mahallesi ve Buzhane 55’22’’
Hal Binası 27’47’’
‘Burası’ hala orada mı?, Sinop sakinlerinin anlatıları aracılığıyla bellek, mekan ve değişim arasındaki hassas kesişimi keşfediyor. Buzhane Binası, Tershane Mahallesi, Hal Binası ve Tarihi Sinop Cezaevi kompleksi hakkında Sinoplularla yapılan sohbetler aracılığıyla, ‘Burası’ hala orada mı? kişisel ve toplumsal tarihleri Sinop şehrinin simgeleri haline gelmiş yapılar üzerinden bir araya getiriyor.
Bir zamanlar günlük yaşamın dokusunun ayrılmaz bir parçası olan, ancak artık tamamen dönüştürülmüş ve yeniden işlevlendirilmiş bu mekanlara dair anıları tam da onların oluştuğu noktalarda yeniden seslendirerek, ‘Burası’ hala orada mı? dinleyicileri bu kamusal mekanların geçmiş hayatlarını yeniden hayal etmeye ve hem mekânların hem de belleğin geçici doğasıyla yüzleşmeye çağırıyor.
Bu ses yerleştirmelerinde, Sinop sakinleri için simgeleşmiş yapıları eski halleriyle, kendi işlevlerini yerine getirdikleri zamanları hatırlayan belki de son kuşak Sinopluların seslerini duyuyoruz. Bu sesler, halin esnaflarla ve onların müşterileriyle dolup taştığı, Buzhane’nin balıkçıların ve yerel halkın buz ihtiyacını karşıladığı, Tershane Mahallesinin “pek de tekin olmayan” bir üne sahip olduğu ve Sinop Cezaevi’nin turistler yerine mahkumlar barındırdığı zamanları tasvir ederken, dinleyiciler üzerinde hem nostaljik bir iz bırakıyor hem de, iyisiyle, kötüsüyle, zaman içinde yitirilenlerin ve onların yerini almış olanların üzerine bir tefekkür fırsatı veriyor.
Anlatanlar:
Tersane Mahallesi ve Buzhane Binası:
Osman ve Büke Onur, Sinop Sakinleri, Tersane mahallesinde Otel 117’nin sahipleri
Mert Kanal, Tersane mahallesinde balık satıcısı
Tayfun Demirel, Tersane bölgesinde eski Nermin Sineması sahibi.
Hatice Çiçeksever, Sinop Sakini
Hakan Bey & Fatih Bey, Sinop Sakinleri
O.O: Ben Osman Onur. Şu anda tersanenin göbeğinde Otel 117 desin. Tersane hakkında bilgi almak istiyorsan başlangıcını ben sana anlatayım. Ben 1953 doğumluyum. Ben koleje gidene kadar tersaneye çocuk tek başına gelemezdi. Yani bırak kız çocuğunu. Bizim burada sinemamız vardı. Paşa abimiz, Pektaş abim benim yanımda olmasa ben dahi gelemezdim. Tersanenin geçmişinde böyle bir kirli yeri var, şöyle ki var.
B.O: Cezaevi.
O.O: Cezaevi, meşhur. Burası bir kara bela. Oradan çıkan bütün sabıkalılar falan tersanede.
B.O: Tersaneyi mesken tutarlarmış.
O.O: İşte mesken tuttukları için gündüz buralara kimse fazla yanaşamıyor. Balıkçı camiası burada. İşte biz okumaya gittikten sonra yine bu böyle devam etti. Sinemamızda sadece pazar günleri bayanlar matinesi vardı. Bu binanın altı sinemaydı. Yani şu anda inşaat malzemesi, mağazası olanlar. İşte o zaman da geliş gidişler ancak Kars'taki ne yoluydu burası?
B: Kars’da Sarı Kadir…Ortayol.
O.O: Aslında Sarı Kadir. .. Ortayol. Oradan gidip gelinir o kadar. Daha sonra işte 60'lı senelerde yani 60’ların sonlarına doğru yavaş yavaş bayanlar falan da işte burada Sarı Kadir’e gelme bilmem ne ama akşam oralar hava kararmadan önce herkes çekildi yani bayan gelemezdi. Seneler sonra, 80’li senelerde işte. Tabii, 80…
B.O: 88’de…
O.O: 84’de geldik biz buraya.
B.O: 84'te geldik. 88'de ilk tersaneye giren bayanlardan bir tanesiyim, hatta ilkiyim.
B: İsminiz?
B.O: Büke Onur.
O.O: Sinoplu olarak giren ilk Büke’dir. Yani devamlı.
B.O: Eşim Sinoplu olduğu için mağazada çalışmaya başladım. O şekilde gelmeye başladım tersaneye. İlk kez bir bayanın tersanede çalıştığı görüldü. Benden sonra da komşu ticarethaneler eşlerine, işte hanımlarını, kızlarını…
O.O: 98'de temelli mağazaya girdin.
B.O: Girdim.
O.O: Mağazada malzeme tanıtımı…
B.O: Evet. Satım ve tanıtımı yapıyordum. Derken akşamları Sinop'un tek restoranı…
O.O: Saray’a…
B.O: Ve meyhanesi olan Saraya, restorana gitmeye başladım. Orada da ilk, tek bayan bendim. Beylerin yanında oturan. Sonra sonra, orası…
O.O: O şey…
B.O: Artık bayanların gittiği yer…
O.O: Büke’nin buraya girmesi nedeni nedir? Benim çevrem tanıştığım, herkes şeyi tanıyordu. Buraya gelmeden önce bizim evde her akşam bizim arkadaşlarda beraber oturur, yer içerdik falan. Ondan sonra işte mağazada çalışmaya başladım.Büke Hanım da evde fazla duramayacağım.
B.O: Tabii ben buraya…
O.O: Mecburen Saray’a.
B.O: Bundaki etkenlerden en başında İstanbullu oluşum. Biraz marjinal yapıda oluşum. Bunların hepsi etkendir. Gözü kapalı tersaneye girmemde. Sonra sonra bütün bayanlar hem restorana hem tersanedeki iş yerlerine gelmeye başladılar. Çok da iyi oldu. Çok da güzel bir yer oldu tersane, bana kalırsa.
O.O: Tersanenin çevresi değişti.
B.O: O anlamda modern. Modern.
O.O: Mağazalar olsun.
B.O: Modern bir şeye oluştu, tersane.
O.O: Bunlar hep daha o zaman başladı işte.
B.O: Evet, evet.
O.O: Bayanlar girmeye başladı. Mesela şu Yalı kahvesinden öteye sadece balıkçı ağaların asıldığı çardaklar vardı. Yani kimsenin oraya girme şansı yok.
B.O: Çehresi değişti.
O:O: Tabii burası bayağı değişti, çok değişti.
B.O: Yapılar değişti. Binaların şeyleri, yüzleri değişti. İnsanların yüzleri değiştiği gibi, binaların da yüzleri değişti. Yollar değişti. Daha bakımlı, daha hoş hale geldi. Her halde, her şekilde. Sandalyeler bile değişti. Tahta sandalyeler gitti, daha hoş, daha göze güzel gözüken sandalyeler, masalar geldi. Öyle böyle, daha modern, daha yaşanılabilir bir tersane haline geldi.
O.O: Ali Karagülle'den önce Haydar abi vardı, Haydar abi de şimdi Sabahattin Ali Parkı olan yerin orası hapishanenin önüydü ve deniz buraya kadar giderdi. Orayı doldurmaya başlayıp bu yolda Hamsi Yoluyla bağlayınca Sinop girişte çeyreği o zaman Sinop tersanede geçiyormuş. Sonra da işte bayanlar girecek dedi, girdi.
B.O: Ama şimdi bakıyorum da, bizden sonra gelen jenerasyon çok daha iyi. Çok daha üzerine katarak Sinop’u güzelleştirmeye gayret ediyor. Ve de çok gurur duyuyoruz şimdiki nesille. Hele Sinop'u terk etmeyip de Sinop için çaba sarf eden belli bir kesim var gençlerin arasında, çok takdir ediyoruz.
B: Burada mesela şeyler de vardı, isimlerle alınan dükkanlar mekanlar işte…
B.O: Evet, evet.
B… yol tarifi yaparken benim hatırladığım şunun köşesinden git, bunun bilmem neresinden git diye yapılıyordu. Mesela bunlar da önemli aslında.
B.O: Hala Sarı Kadir'in sokağında. Sarı Kadir var orada. Onu geçince diye tarif ediyoruz. Sağa döneceksin, sola döneceksin.
O.O: Evet, bizim çocukluğumuzda ‘Melek Sineması’ydı bizim buranın ismi. Melek Sineması, yanında Ziraat Bankası vardır. Yani bu… yani adres noktaları böyleydi. Şimdi de aynı şekilde devam ediyor. Ediyor yani. Mesela bu bina bilinir. Bu bina benle yaşıt. Yani 1953'de başladı, 1956'da bitti. Burayı bilmeyen eski Sinoplu yok. Yapısını da bilmeyen yok.
Biz buraya yeni geldiğimiz zaman, otele çevirdiğimiz zaman zaten bu binaya dışarıdan baktığın zaman deniz tarafından beş kat görünür. Arkadan dört kattır. Bu binanın imardaki durumu şimdi değişti gerçi ama. Dört diye gözükür şikayet oldu, bizi mühürlediler. Bizim üst katı, en üst katı. Toplantı salonu yaptım. Bugün bizi ispat etmek zorunda kaldı. Çünkü binayla oynama şansınız yok. Tarihi eserin koruma alanı içinde çünkü. Yandaki eserler bizim koruma alanımız. Şey, birinci sınıf tarihi eserlerdi. Bunu Sinop bildiği için biz mahkeme kazandık. Ve mevcut haliyle hala aynı şekildedir. Yapıldığı şekildedir burası.
B.O: Melih Bey'in dediği gibi yani şimdi bizden önceki jenerasyon Sinop'u terk etmiş, tatil amaçlı yazları geldiğinde, yer tarif ederken, şimdiki işte Buzhanenin şeyi, pardon. Ne?
O.O: Sabahattin Ali…
B.O: Kültür, Kültür…Sabahattin Ali Kültür Merkezi…
O.O: Buzhane orası.
B.O: …sokağı diye söylediğimizde yüzümüze bakıyorlar. Ya eski buzhanenin sokağı diyoruz. O zaman. Eski nesil öyle hala. Eski buzhanenin sokağı.
O.O: Eskiler, bizim yaşıtlarımız öyle biliyor.
B: Eski postanenin yanı.
B.O: Eski postanenin yanında. Eski buzhanenin…
O.O: Ben, Sabahattin Ali Kültür Merkezi yapan biziz, bizim meclisimiz ama bana sordukları zaman buzhane diyoruz, hala buzhane ismi
B: Hatta şey de var değil mi, eskilerden bu Şen Pastanesi? Şen Pastanesi köşesinden git. İlhami’nin köşesinden, Niyazi'nin köşesinden git. Oraya dön falan gibi böyle bir tarifler de olur çünkü.
O.O: O zaman tersane tarifi öyleydi.
B: Evet.
B.O: Yani şey, şu anki ne pastane, ne pastanesi?
O.O: Köşk?
B.O: Değil.
B: Dolunay Pastanesi.
B.O: Dolunay Pastanesi, eski Şen Pastanesi. Hala oraya Şen Pastanesi diye tabir ediliyor mesela. Dolunay Pastanesi diye değil.
B: Çünkü şey, onlar böyle kült noktalar olduğu için...
B.O: Yerleşmiş noktalar, evet kült.
B: Ali Niyazi'nin köşesinden aşağı Ali Niyazi'nin aralığından in.
O.O: Ali Niyazi o zaman en büyük nalburiye, kantariye dükkanıydı. Oradan aşağı indiği zaman tehlikeli bölge, akşamları inme. Öyleydi.
B: Ben mesela şeyi hatırlıyorum, çocukluğumda. Ahmet Kınacı'ya git, Ahmet Kınacı diye yeni kitaplar gelmiş, al.
B.O: Tabii.
B: Ahmet Kınacı nerede? Şuradaki kitapçı mesela.
O.O: Köşede.
B: Biliyorduk köşedeki kitapçı, yukarıda. O böyle bütün hani şeyleri, yeni romanları, kitapları, dergileri. Bilmiyorum işte yeni bütün ürünleri satan bir yerdi.
B.O: Aynen. Gazeteyi oradan alırdık. Sadece gazete bayisi orasıydı.
O.O: Ondan önce Temel Ustanın yanındaydı.
B: Tabii.
O.O: Temel Usta…
B: Temel Hakkı, evet.
O.O: O yani şimdi köşede olan fırıncının yeri şimdi şu anda balıkhane orası.
B: Neyin? He şeyin, Temelin yeri, Temel Usta. Haktanların yeri balıkhane. Doğru, orasıda şeydi gazeteciydi.
O.O: İlk gazeteci oydu.
B: Doğru.
O.O: Temel Usta, o eski hali, hiçbir şey yok, sadece difana zamanı işte çok uzun zaman. Küçük balıkçılar, difanalar falan. O da bu tarafta değil, daha çok ben Mendirek tarafındadır. Burası çünkü çakıl yığınları, kum yığınları falan…
B: Hatta benim hatırladığım şu Yalı Kahvesinin önünden bu tarafa yol yoktu.
B.O: Yoktu, orada bitiyordu.
B: Bitiyordu.
O:O Acentenin önüne kadar deniz geliyordu.
B: Evet.
O.O: Orayı dolduran babam. Orayı doldurdu, yol…
B.O: Yol haline getiren bağlayan…
O.O: Burayı bağlıyor…
B.O: Osman'ın babası. Evet.
O.O: Babamın resmi var zaten.
B.O: Burası önü, bu binanın devamı, bahçesi gibi, bahçesi.
O.O: Bahçesi. Mevcutta da öyle, imarda da öyle. Ama bizimki zamanında peder bey burayı yol olsun cephe olsun diye açmış.
B: Olsun ne güzel işte yani bütün kamusal bir şeyi var orada bir girişim var, toplumcu bir girişim var.
O.O: Ama ne yazık ki insanlar onu algılayamıyorlar.
B: E, tabii, işte bak mesela bu da değişen noktalardan birisi.
B.O: Hayır, kötü anlamda değişen noktalardan bir tanesi de bu tabii. Yani, sahip çıkılıyor ama kötü anlamda sahip çıkılıyor. Mevcut sahipleri bizken başkaları sahiplenerek kötü amaçla kullanıyorlar yani.
O.O: Babamlar, dedemler açmışlar yol yapmışlar burası bir yürüyüş yolu olsun.
B: Peki şey…?
O.O: Bayanların girmesine falan bu katkıdır.
B: Olumlu anlamda senin söylemek istediğin şey.
O.O: Olumlu anlamda. O anlamda söylüyorum. Yani sen buraya oradan giremiyorsun buradan giremiyorsun. Nasıl olacak bu? Yani bayan gelip tekneye nasıl girecek? Bilmiyordu kimse nereden bilecek?
B: Bir de taksi…
O.O: Park.
B.O: Parkın önünden.
O.O: Parkın önünden.
B.O: Otelin önünden.
O.O: Motorlarla işte şeye gidiliyordu.
B: Bak mesela bu da güzel.
O.O: Bahçeli evler, bahçeler.
B.O: Şu kırmızı…
O.O: Oradan bu tarafa geçemezsin ki.
B: Evet evet, o kırmızı teknenin yani ışıkların olduğu yerde küçük küçük böyle kayıklar vardı. Onlar dolmuş motorlardı.
O.O: Evet.
B: Annemizin işte iki yaka arasında dikilen şeyler gibi. Onlara binip…
B.O: Plaja gidilirdi.
B: Plajlara gidilirdi.
O.O: Yani Öztürkler Kampı'na işte..
B: Önce Ziraat’in altı…
O.O: Sonra işte orman altı,
B: Sonra işte ormanın altı..
O.O: Yol yoktu.
B: Evet.
O: Yol yoktu.
B: Bu da güzel mesela bak. Tersanenin böyle bir şeyi de var. Ulaşımı da sağlıyor bir yandan.
O.O: İşte ama o…
B.O: Burası tersane olmaktan çıkıyor ama artık.
O.O: Bu burcun önünden de geçemezdin. Denizdi orası.
B: Bu kayıklarda burada yapılmış vaziyette.
B.O: E tabii.
O.O: Bu burcun önü denizdi, biz oradan paçalarımızı sıvayarak geçerdik. Ondan sonra işte ‘Gümrük İskelesi’ deriz. Bak bu taraftaki yer var ya. Burası Gümrük İskelesi. Yeni iskele yapıldıktan sonraki yetmişli seneler, orası işte yol açıldı bilmem ne falan. Yoksa burada, buradan burçtan sonra yol yoktu.
B: Evet, evet kapalıydı. Çocukluğumuzda da zaten ben şunu hatırlıyorum; şu kalenin altındaki diğer kalenin dışına çıkış kapısı var ya şuradaki, mesela oradan geçmek, ben korkardım çünkü karanlık dehlizden geçiyordun.
O.O: Karanlık.
B.O: Tabii.
B: Orası da karanlık parkın olduğu yer. Sonradan ışıl ışıl oldu orası.
B.O: Evet doğru.
B: Çocuk açısından.
O.O: Oradan geçti mi sağında zaten santral var böyle elektrik santral binası vardı. Karanlık.
B: Karanlık.
O.O: Turistik oldu, yani bayanlar gelmeye, dinlenmeye başlayınca.
B.O: Yani yavaş, yavaş yavaş işte bayanlar geldi. Tekneler çoğaldı, biz tekne aldık. Bizim tekne aldığımızı gören başkaları da tekne aldı. O bindi.
B: Aslında kadın elinin değmesi gibi.
B.O: Evet.
B: Kadın elinin girmesiyle…
B.O: Evet, çok doğru.
B:…o eşitlik, o fırsat eşitliği vesaire meselesi tekrar gündeme geçti.
B.O: Zaten şöyle bir şey var, pardon sözünüzü kestim. Şimdi o eğitim seviyesi yüksek bir kent olduğu için insanlar zaten hazırmış bunlara. Yani kadının buraya girmesini yadırgamadı.
O.O: Tersaneye girebilmem için Karayazı’dan gireceğim, bu tersanenin yanındaki yoldan doğru gireceğim. Yani şimdiki Sabahattin Ali Kültür Merkezi'nin oradan bu tarafa döneceğim. Öbür tarafta yol yok. Buzhanenin önünde de yol yok. Bu tarafa geleceğim, buradan gideceğim, şu kale burcu var ya, onun önünde bitti yol. Öbür tarafa geçmek için bu taraftaki kapıdan geçeceğim. Bu. O öyle sahildeki rıhtım falan yok. Öyle düşün. Tersane kapalı bir bölgeydi. Yukarıdan Sakarya Caddesi'nde iniş, bir…
B: Tuzcular Caddesi.
O.O: Neydi oradaki sokak?
B:Tuzcular Caddesi,
O.O: …bir de büyük camiyi düşün. Başka yok.
B.O: Yani buralar deniz hep, yalı.
O.O: Buradan öbür tarafa geçişte yok.
B.O: Yalı.
O.O: Yani şu Acente, şimdiki Acente denen yerin önü, deniz bir defa. Yalı Kahvesi'ne geçemezsin. Yalı Kahvesi'nden gittin, Yalı Kahvesi'nin öbür ucunda yol bitti, yol yok, yürüyüş yolu da yok. Ondan sonrası kumsal ve şey.
O.O: Kurutma ağcılar için çardaklar. Buzhaneye kadar öyle.
B.O: Balıkçı tamir şeyleri…
O.O: Tabii canım.
B.O: Atölyeleri.
O.O: Buzhaneden sonra şeye kadar Tarım İl Müdürlüğünün altına kadar hiçbir şey yok. Deniz.
B.O: Deniz, Ziraatin…
O.O: Ziraatin altı işte.
B: Zaten o dolmuş tekneler, yani dolmuş tekne motorlar diyelim. Böyle bir eksiklik olduğu için onlar da buradan alarak ilk durak orası işte…
B.O: Ziraatin, bahçesi sonra ormanın bahçesi, sonra işte Öztürklerin, ondan sonra Amerikalıların, Gülümoğlu…
B: Mobil.
B.O: Bir de mobil o kadar.
B: Orada bitiyor.
B.O: Bitiyor.
O.O: Mobil çok sonra.
B.O: Mobil çok sonra.
O.O: Mobilin orada benzin tankları vardı zaten.
B: Evet Mobil’in istasyonları vardı. Mesela, Dramalı vardı, İsmail Usta vardı.
B.O: Ama o zaman onlar yoktu. Onlar bitmişti artık. Dramalı, İsmail Usta benim gençliğimde vardı. Dramalı İsmail Usta, şey, Ali Niyazi yukarıda.
O.O: Büke bir gün gelirken yani mağazaya başladığı zaman hatırlıyorum. Sarı Kadir. Zeki Kanal. Arada geliyor bu.
B.O: Kasap. Köşedeki.
O.O: Köşedeki kasap. Gerzeli.
B.O: Evet. Bir iki tane simit şeyi, imalathanesi.
O.O : O Yoktu o zaman.
B.O: Vardı. Simitçi, simit imalathanesi vardı.
O.O: O zamanları bilemiyoruz.
A: Buzhaneden o tarafta zaten yol yoktu. Orası kapalıydı, denizdi orası. Buzhanenin iskelesi vardı. Ondan sonra tabii ben çok küçüktüm o zaman yani onu hayal meyal hatırlıyorum. Daha sonradan dolduruldu orası daha sonradan yol oldu. Bu tarafa geldiğin zaman tersanenin hem iyi tarafları vardı hem kötü tarafları vardı. Hava karardığı zaman babamız, babam beni eve gönderirdi. Hava karardığı zaman burada duramazdık. Niye duramazdık? Akşam biraz olaylı olurdu tersane her daim. Kavgası, dövüşü bitmezdi. Yani, iyi tarafları da vardı. Yani güzel bir balıkçı kasabası burası. Bu tersane bölgesinde balıkçıların olduğu bir yerdi.
Burada çekek yeri vardı hemen caminin yanında, kayıklar çekilirdi. Daha ondan daha önce buraya direkler atılır, avlar asılırdı. Onları da yine ben hayal meyal hatırlıyorum. Burada bakım, tamir yaparlardı, bu çay bahçelerinin olduğu yerde hemen caminin yanında. Bu tarafta dersen daha önceden balık, balık hali dedim de balıkçılar, caminin karşısındaki belediyenin dükkanı vardı. Hepsi onun içerisindeydi balıkçılar. Orada balıklarını satarlardı. Orada balıklarını satarlardı ama orası işte küçük geliyordu. 1980'lerde falan oradan çıkıldı. Çıkıldıktan sonra biz bu dükkanı aldık. Herkes dağıldı bir tarafa. Orasını daha sonra belediye zaten yıktı. Yıkılması da bence daha güzel oldu. Bu tarafa gidersen eğer, çok daha öncesinden şu şeyin olduğu yer, o kale surunun olduğu yer, kulenin olduğu yer, iskelenin tam karşısı o mantıcılarla kalenin arasında bir dondurmacı vardı ya şimdi kapandı orası yıkıldı. Orada suydu, orada doldurma. Daha sonradan dolduruldu, yol yoktu orada.
O arada, daha eskiden ben bilmiyorum onu hatırlamıyorum, Rumlar çalışır orada dükkanlar yazıhaneler varmış, Rumlar orada fıçılara balık basarmış balık tuzlar sonra da burada gelen, buraya gelen yük gemileriyle onları gönderirlermiş fıçılarda. İşte uskumru, o zaman bolmuş. Şimdi yok artık uskumru, uskumru bitti. Yani 1950'lerde, benim bildiğim kadarıyla, tam emin değilim ama tarih veriyorum, 1950'lerde falan bitmiş. Her yerde mangal kokuları yayılırmış eskiden burada, uskumru. Biz burada kendimiz mangalımızı yakardık. Ben çocukken hatırlıyorum. Herkes mangallarını yakardı. Burası duman içinde kalırdı. Koku içinde kalırdı. Mis gibi kokardı. Yani güzel zamanlar, güzel anılar. Tabii vakit ilerliyor. Tersane de turistik bir yer oldu şimdi. Daha önceden çocuğun, kadının giremediği cadde şimdi turistik bir cadde oldu. Yani güzel mi oldu? Tabii güzel oldu ama eskiye göre yapı bozuldu tabii haliyle. Küçük bir alan burası. Güzellikleri de oldu, çirkin olan olayları da oldu. Daha eskiden burada da Amerikalıların zamanında tabii yukarıda bir Amerikan üssü vardı. Akşam olduğu zaman onlar üst olanlar, yani rütbeli olanlar burada evleri vardı, ev tutarlardı, kiralarlardı. Onlar inerdi ama hafta sonu olduğu zaman bütün askerler aşağı inerdi. Gece yarısına kadar.
B: Çarşıya.
A: Çarşıya, çarşı izni. O zaman çok…
B: Tersaneye gidiyorlar mıydı?
A:...tabii. O zaman çok kavga olurdu burada Amerikalılarla Sinoplar arasında yok o onun kızına baktı yok o onun bilmem nesine baktı. O ona laf attı, laf attı falan filan derken her akşam hemen hemen kavga olurdu. Amerikalılarla olsun, kendi aralarında olsun. Yani dediğim gibi hoş bir şey değil ama o güzel bir dokuydu yani. Güzel bir tarafı vardı onun. Şimdi her şey mazide kaldı. Şimdi o eski günleri aramıyor değiliz, arıyoruz. Arıyoruz yani. Keşke ben eskide yaşasam şu an. Ben yeni halini şahsen, başkasına sorsan belki beğenir ama ben beğenmiyorum. Annem burada altmış senedir burada kadın. Yani burada tersanede kadın yokken çocuk yokken o burada çalışırdı. Onu herkes artık benimsemişti. Yani şey de bir Cabbar da bir kadındır. Adamın boğazını sıkar yani öyle bir, öyle bir kadın. Yeri geldiği zaman her zaman diyemeyiz ama altın kalplidir güzeldir. Huyları güzeldir. Annem diye söylemiyorum. Öyle.
Yalı Kahvesinde eskiden tahta masaları, tahta sandalyeleri vardı. Üzerinde de üzüm bağı vardı yani üzüm asması vardı üzüm asmasından üzüm asmasından üzümler sarkardı o kadar güzel bir yerdi. Biz gider oturur çayımızı içerdik. Benim de küçük bir kayığım vardı. O zaman bu liman içerisinde toplasan yirmi tane kayık yok. Şimdi bin tane. Yani buradan canımız sıkıldı, denize giderdik, balığımızı tutardık. Hiç unutmuyorum, bir gün, dokuz buçuk kiloluk kalkan tuttum ben oltayla, Karakum açıklarında Adabaşı'nda. Onu çekmesi bir zevkti. Hatıra olarak hala kafamızın bir tarafında, beynimizin bir tarafında sürekli hatırlıyorum o gün, o balığı tuttuk oltayla düşürmeden babamı hatırlıyorum balığı ben tuttuğumda yukarıya çekmeden kafasını suyun içine sokup da elleriyle o balığı teknenin içerisine çektiğini hatırlıyorum. Daha sonra buraya geldik, Yalı Kahvesi’nin önüne, orada duruyordu teknemiz.
Çıkarttığımızda “ooo” herkes sordu falan nasıl tuttunuz ettiniz. Ya oltayla tuttum inanmazdı artık kimse. Onun peşinden parakete ederler, parakete oltası. Böyle yüz iğneli filan. Biz de kalkan sevdasını aynı yere hareket eder kurduk. Hiç unutmuyorum o zaman yüz tane köpek balığı denk geldi, kalkan yerine. Tabii canımız eskiden vardı. Şimdi o yeniyordu. Buradan yurt dışına gönderiyorlardı. Buzhaneye gidiyordu. Buzhane de işleniyordu buradaki köpek balığı. Sadece köpek balığı da değil, köpek balığı, kurbağa. Tabii burada buzhanede işlenir, yurt dışına giderdi. Yani Fransa'ya giderdi, İtalya'ya giderdi. Buradan gönderiyorlardı, onu hatırlıyorum. Şimdi artık tükendi, nesli tükendi gibi bir şey. Hemen köpek balığını ızgaraya yediğimi hatırlıyorum. Yani yaptılardı, yemiştim ben tabii ufak durduğum zaman. Çok da güzel, tavuk eti gibi eti vardı. Güzeldir yani. Türkiye denizlerinde köpek balığı zaten zararsız, Türkiye'deki yaşayan köpek balıkları ama çok avcılığı oldu onun. Bilerek, isteyerek ve istemeyerek de olsa neticede biraz nesli tükendi. Biraz değil nesli tükendi yani. Yani maalesef.
O buzhanenin içerisi tesisti. Amonyak gazıyla eskiden Almanlar orayı kurdu. O da herhalde 1950'lerde olması lazım diye hatırlıyorum. Onları kurduktan sonra bu amonyak eski sistem amonyak sisteminde çalışıyordu. Kalıp uzun uzun kalıp buzlar üretirlerdi. Böyle çengelle onu vinçle çekerlerdi, dışarıya bırakırlardı. Biz onu baltayla kırardık kısım kısım sonra da buzhanenin yola bakan tarafında iki tane kırma makinesi vardı, onun içine atardık. Çok ağırdı o buzlar. Onları kırar biraz daha böyle ufak hale getirirdik. Sonra da balığı buzlardık onunla. İçeride ayrıca bir de dondurucu bölümü vardı. Orada da hatırlıyorum böyle abilerimiz çok kalın montlarıyla içeriye -40 -50 derecelerde saatlerce çalışırlardı. Şimdi onların çoğunun ciğerleri rahatsız. Yani. Pardon. Yani zor seneler, zor yıllar. Teknoloji yok. Balık var, bol muhafaza edemiyorsun. Yol yok, gönderemiyorsun. Araba yok, gönderemiyorsun. Telefon yok, hiçbir şeyden haberin yok. Santralli telefonlar vardı, hiç unutmuyorum, babam böyle çevirirdi şeyini, kolunu santrale bağlanırdı. Santralden biz İstanbul'u bağlamak için postaneye bir kasa balık yollardık. Öncelikli bizi alın ne olur İstanbul’la konuşacağız diye. Ona göre balık yollardık İstanbul’a. Öyleydi. Evet… Ama keşke o zaman olsa. Aynen. Evet.
A: Neyse tersaneden başlıyım o zaman. Şimdi tersane eski pastane vardır, şu anda şey orası..
O tersaneyi ikiye bölüktü. O zaman bütün kayıklar buzhane tarafında orası kayıkhane önü olduğu için genelde erkekler, o zamanlar da bayan erkek şeyi vardı. Şimdi tersane, dedim tersane. Şimdi yabancılar şeyliği oldu orası, müdürlüğü şeyi oldu. O eski postane vardı Ziraat Bankası'nın hemen yanında tarihi. Oradan itibaren ikiye ayrılırdı. Yani bayanlar oraya kadar gelirdi. O taraftan gerisine fazla gelmezdi. He gelmeyen var mıydı? Vardı tabii ki yani. O şeyde kayıkhaneler oradaydı, o zaman park falan yoktu oralarda. Hep kayıkhaneler vardı, hep bütün, genelde Sinop o zaman balıktan geçindiği için, genelde hep o tür insanlar balıklar orada ama kimsenin Sinop'da çok modern olduğu için yani bir bayan, bir bayan gecenin ikisinde de tek başına evine gitse hiç kimse bir şey demezdi. Öyleydi yani. O kadar şeydi, Sinop moderndi. Şimdi bozuldu, ayrı konu.
Buzhane, düz o zaman kapısı denize bakan kısımdaydı orada bir rampası vardı. Orada buzhane, tabii biz buzhane falan çok balık tutardık. Orada köpek balığı tutarlardı, onları keserlerdi. Yağlarını alıp fıçıları koyarlardı. O zaman leşlerini de denize atarlardı. Denizaltında kefal gelir, biz oradan sıyırtmayla kefal balığı tutardık. O zamanlar, yani herkes öyleydi bu işten anlayan, ben 1971 senesinden beri tersanedeydim. Yani hiç şeyim yok. Orada. Oradan gece balığa çıkarlardı, o zaman motorlarda böyle büyük motorları yoktu normal motor arkasında uzun bir kayık. Kürekçiler için de öyleydi şeyde. O zaman şimdi gördüğün liman yapıldıktan sonra ya beş tane motor vardı ya altı tane motor vardı, Şimdi üst üste almıyor bile. O buzhane buz üretirdi. O gerektiği şeyleri herkesin orada büyük bir alanı vardı. Şimdi içine girmen lazım, orada yeri var. Orada bütün işte kasalarına, büyük ağaç kasalarına oraya balıkları koyarlardı, buzları onun üstüne koyarlardı. O bittikten sonra alırlardı.
Daha eskiden biraz daha eskiye gideyim. Şimdi ben biraz daha eski olduğum için, yaşımda söylemeyeyim, çıkmasın falan. Herkesin payı, kayıklardan gelen pay küfelerini verilirdi. İşte senin iki küfe, senin iki küfe, öbürkünü bir küfe, içine balık doldurup onu Ziraat Bankası'nın önünde satarlardı. Herkes onlardan alırdı balıkları veya işte arabası olan tekerlekli arabası olan onlardan alırdı. Yani o zaman buzhanenin arkasından doğru gidilirdi hapishaneye. Hapishane orada, soba küllerini oraya atarlardı hep. Orası devamlı yanardı böyle duman çıkardı. Hatta o kalenin üstüne bizim ev, sinemacı olduğum için ben sinemanın üstünde otururduk biz orada. Onu, o kalede, aşağıda kefal tutardım sıyırtmayla yine. Hep denizden giderdim. Ama sığdı yani. Dizlerinde öyle yürür, oradan öyle şey tarafına, o Hamsi Yolu tarafına öyle giderdik. Şeye… Ya o zaman işte sinemacı dedim o zaman iki sinema vardı; bir tanesi Melek Sineması, bir tanesi Nermin Sineması. Biz Nermin Sinemasını çalıştırıyorduk o zaman. O zaman çok güzel rekabetler vardı, yani sinemacılıkta.
Hatta şöyle bir haber de anlatayım, belki herkes bilmez. Bir gün herkes hafta sonları pazar günleri bayanlara matine vardı. Sadece bayanları gelirdi. Normal aile filmleri tabii. Avantürler sonradan çıktı, herkes sinemadan koptu tabii, ayrı konu. Durum o zaman öyleydi. Orada herkes film asacak ne Melek Sineması afiş asardı ne biz asardık. Herkes beklerdi, elimizde birkaç film vardı. Hangisi iyiyse onun üstüne çıkalım hesabına. Herkes on ikiye kadar oturur beklerdi. Melek Sineması astı mı afiş? Asmadı mı? Bekler ona göre şey asardık, afiş asardık. Öbürkü, onlar da Nermin Sineması astı mı afiş? Asmadı mı? Bekler ona göre şey asardık, afiş asardık. Hani biraz da üstün. Ama o zaman sinemalar bayanlarına fullden dolardı yani aile sinemasında öyleydi.
Şimdi bir tarafında buz yapılıyor, önünde yan tarafında deposu vardı. Yine demir kapılarla kapatılan, kilitli. Ya, herkes balıklarını oraya koyardı ama Sinop’a yetiyordu. Şimdi Sinop’da kayık öyleydi. O zaman çok bol balık vardı. Uskumrusuna varıncaya kadar. Biz çapanayla uskumru tutardık. Hatta babam falan çıkardı, ‘’Oğlum, hadi gidelim’’ bizim şeyin kayığı vardı onunla. "Hadi gidelim" derdi, "Akşam balık yeriz." derdi. O liman falan o zaman yapıldı. Dönerdik orada. Balık tutalım yine. Orada işte biz kaç kişi? Beş tane, altı tane yetecek beş tane, altı tane tutar döner gelirdik yani. O zaman öyleydi, her taraf balıktı. Şimdi öyle bir şey yok yani. Bizim sinema tam buzhanenin arkasında. Yani o kale var, o kalenin hemen arkasında. O Hamsi Yolunun oradan doğru o kaleye baktığın zaman uzun görürsün, hala duruyor yani şeyin orada. Nermin Sineması işte, buzhane hemen arkasında. Şu an da duruyor, bir ara düğün salonları olarak kullanıldı hani, şimdi boş duruyor yani. Düğün salonu nikah salonu, öyle bir şey yapıldı. Sonradan, işte iki amca çocuğu anlaşamadı, öyle duruyor şu anda.
A: Ben 73 yaşındayım. Benim dönemimin Sinop'u 1968 kuşağa sayılır. Fevkalade güzel yaşadık. Çok güzel bir şehirdi. Hatta Bodrum falan hiç yoktu, kimse bilmiyordu. Bütün bürokratlar Sinop'a tatile gelirdi. Çünkü çok güvenilir, çok temiz, çok kaliteli, tam bir Atatürk şehriydi. Sinop'un en güzelliği nedir biliyor musunuz yavrum? Sinop bir yarımada. Şimdi bu seninle sohbet yaptığımız ev 1940'da kurulmuş ama tabii burası çok eski lokasyon. Yanda camiyi görüyorsun, o bir Osmanlı camisi. Onun birazcık ötesinde cezaevini görüyorsun. Türkiye'nin en meşhur cezaevi. Onun yan tarafında askerlik şubesini görüyorsun. Biraz daha içeri geldikçe, 1960'lı yıllarda, 1960'lı demeyeyim, 1950'lerde galiba, hal binası yapılmış.
Yani şehir, bu yarımadanın orta göbeğinde toplanmış, her yere yürüyerek ulaşabileceğiniz ve hiç korkmadan gidebileceğiniz bir yerdi. Cep sinemaları vardı, işte hafta sonları eşekleri süslerler, eşeklerle Akliman’a giderler. Amerikalılara mektup mu gelecek, uçakları gelir. Aklimanda yere iniş yapar, ay millet uçak görmeye gider, onların hediyeleri gelir falan. Yani böyle kendi küçük ama hem tarihi hem yaşaması çok güçlü bir şehirdi, çok sevimli bir şehirdi. Çünkü neden, betonlaşma yoktu. Sinop'un rüzgarına göre evler zikzak şeklinde inşa edilmiş, çoğu ahşap ve müstakil evlerdi, görüyorsun bu evde çok eski bir ev. Ve dolayısıyla rüzgar evlerinin arasından girdiği için şimdiki gibi rutubet olmazdı, şimdiki gibi sıcak bunaltmazdı. Fevkalade güzeldi. Sinop da İstanbul gibi yedi kapılı bir şehirdir. Şimdi bunlardan sadece Kumkapıyla bir Deniz Kapısı var, o kaldı. Çünkü neden? Bizler kültürümüzü silmek için büyük mücadele vermişiz ve kültürümüz silinmiş. Mesela ben, aşağıda görmüşsünüzdür, buzhane var. Onun ismini değiştirdiler. Ben çok karşıyım, söylendim.
Buzhane Türkiye'de buzdolabı yokken biz Sinoplular buzdolabı olarak orayı kullanırdık. Kışlık balıklar konur, işte bir yerlere yemek mi gidecek, ne gidecek oraya buzhaneye verilir. Herkesin bir köşesi vardı, oraya konurdu. Yani şehrin bir buzdolabı gibiydi. Sonra buzdolapları çıkınca tabii orada kimse kullanmadı. Sadece balıkçılar kullandı. Şimdi de sanat mekanı yapılıyor. Yani halkın burada birinci geçim kaynağı ‘balıkçılık’, ikincisi ‘yemenicilikti’. Çünkü köylüde bir şey yoktu. Köylerinden Sinop çok beslenmiyordu. Ama balık yetiyordu. Balık yettiği için Sinop'un en önemli ürünü nokullarıdır. Nokullar; balıkçılara yapılır, uzun süre dayanırdı ve balık çeşitleri, yemekten balık yemek çeşitleri yapılırdı. Tabii bunun yanında şehrimizin içinde, buzhanemiz yanımızda, cezaevimiz burada.
Efendim, daha sonra hal binası yapıldı. Hal binası tamamen bir Avrupai anlayışla yapılmış, çok güzel bir yapı. Fakat o kadar ihmal edildi. Bu yolsuz inşaatlar çıktıktan sonra bütün şehirler perişan oldu çocuğum. Bunu en önemli yere kayıt yapın. Kimliğimizi kaybettirdiler, şehirlerimizi yok ettirdiler. Ki bu çok önemlidir. Neden önemlidir? Topluluklardan millet olmaz. Milletin kültürü olur, bir geleneği olur, folkloru olur. Bunların hepsini bu çarpık kentleşme yok etti. Mesela Ankara'ya balık yollanırdı. Şimdiki gibi bir şey yok. Balık yollanırdı. Herkes aldığı balığı oraya kasayla koyar, yarın sabah otobüse verir mesela veya akşam otobüse verirdi. Halk da kullanıyordu. Ve çok güzel buz yapardı buzhane. O dışında silindir gibi büyük bir şey var ya, onun altından böyle şakır şakır şakır sular akardı. Şimdi ben diyorum ki ‘’O suların aktığı o silindiri beyaza boyayın, üzerine buzhane yazın kocaman’’ diyorum. İnşallah yaparlar ve buzhaneyi de bir ara yıkıp park yapmayı düşündüler çünkü bu şehir hayatını parkta geçiriyor diye. Ben bizzat birebir kişilerle görüşe, görüşe yıkılmasını engelledim. Şimdi muhteşem bir kültür merkezi oldu. Çok da güzel oldu.
A: Hakan nasıl oldu tersane sence?
H: Tersane nasıl oldu? Son yirmi sene içinde daha sosyal bir alana dönüştü. Daha öncesinde kendi içini daha kapalı bir yerdi. Sadece teknik ustaların olduğu, bazı şarapçıların vakit geçirdiği, biraz daha tehlikeli bir yerdi. Yani, Sinop bazı illerde bazı semtleri sayarlar ya burası tehlikeli, şurası tehlikeli gibi, Sinop için de tersane öyle bir yerdi. Çoğu insanların vakit geçiremediği bir yerdi. Daha böyle niş insanların, oraya ait insanların. Yani bir yabancı tersane Sinoplu olabilir ama tersane yabancı insanları hemen orada insanlar bir şekilde anlardı tersaneden birinin olmadığını. Öyle bir yerdi.
A: Sorun yaşarlardı.
H: Sorun yaşarlardı. Bir. İkincisi dediğiniz gibi herkesin konuştuğu akşam ezanından sonra demir kapılarla kitlenen bir bölgeydi ama yani kitlenmesi demek oranın tamamen boşaltılması anlamında değil. Oranın yaşantısı devam ediyordu bir şekilde. Öyle bir yerdi. Bizim çocukluğumuzda bildiğimiz yani çok biz o döneme denk gelmedik. Bizim oraya ilk müdahil olduğumuz zaman bu Sovyetler dağıldığında burada, o bölgedeki Gürcü insanların buraya ticaret için geldiği bir dönem var.
A: Rus pazarı.
H: Rus pazarı vardı. Yani tersaneye diğer insanların dahil olması yani diğer insanlardan kastım şehirde yaşayan ama tersaneyle alakası olmayan insanlar, ilk önce Mendirek bölgesinde bu pazar kurulurdu, Rus pazarları. İsmi Rus pazarı ama gelen insanlar Gürcü vatandaşıydı.
A: Evet.
H: Çünkü Sovyetlerden dağılan, parçalanan bir yapı olduğu için Gürcü tarafı yani ama onlara Rus pazarı diye ismi nitelendiriliyordu. Aynı şekilde Samsun'da da öyle bir pazar var.Hatta hala geçe duruyor mu bilmiyorum.
A: Sonradan tamamen Türk pazarına döndü.
H: Yani tersane ilk insanların ziyareti herhalde bence Rus pazarıyla birlikte oldu. Benim, yani benim için tersanenin başlangıcı Rus pazarıdır. Benim için yani bizim yaş jenerasyonumuz tersaneyle Rus pazarıyla tanışmıştır diye tahmin ediyorum.
A: Rus pazarı bende de en birinci noktalardan biri ama tersanede gece hayatı gerçekten vardı. Şuan yine alkolizmin merkezi tersane olsa da şu an daha çok publar işte üçüncü nesil kahveciler onlar sayıca baya arttı ama eskiden gerçekten performans sahneleri, işte gece kulüpleri vardı, vardı ve iyilerdi yani ve o dönemde şey de yoktu Samsun'da Atakum'da özellikle Atakum şu an bu bölgenin en dinamik alanlarından biri orası çünkü baya İstanbul mekanları açıldı şu an Atakum’a baya fiziksel olarak iyi mekanlar açıldı gerçi gece erken bitiyor ama şimdi biz o bayrağı çoktan teslim ettik oraya ve şuan mesela şehirde bir gece kulübümüz yok. Tersane de eskiden vardı. Sonrası işte kulis var performansı öncesi de Kimene, şey Çipa, Diyojen Bar, Diyojen Barda işte yine Amerikalıları çekmek için koyulmuş bir isimdi Diyojen Bar.
H: Barınak vardı.
A: Evet, benim mesela… Barınak çok önemli.
H: Özel, özel bir parantezle şey için açmak lazım. Barınak, o Amerikan radarının burada sosyalleşebilmesi için bunu Sinoplu bir vatandaş oradakilerle artık iletişim halindeyse Türkiye'deki belki de ilk pizza bira yapılan…
A: Evet.
H: ….mekanı kafe diyeceğim ama şu bugün günümüzün restoranı ne diyorlar onlara? Şimdi bir şey demeyeyim. İsmini hatırlayamadım.
A: Fine dining.
H: Fine dining mekanı olabilir. Böyle pizza yiyip, bira içip isterse…
A: İş sonrası sosyalleşme mekanı.
H: Sosyalleşme, bu Türkiye'nin belki de en eski mekanlarından biri. Yani yaklaşık kırk elli yıllık mekanı herhalde.
A: Evet evet. Elli yıllık bir mekan. Herkes zaten Levis…
H: Şeye direnemedi yani…
A: Fonda Pink Floyd…
H: Şimdi mekanlara direnemedi yeni kapandı ya da sahibi vefat etti o yüzden kapandı.
A: Evet, evet Metin abi.
H: Şimdi onun yerine yeni bir mekan var ‘Cem’s’ diye. Yani tersane deyince aklıma gelen, benim gençliğimde çocukluğumdan aklıma gelenler bir Rus pazarıdır. Bir Barınak Kafedir. Hala onun yaptığı pizzalardan vazgeçemeyen insanlar var. Küçük bir yerde barınak pizzası diye hala yapılıyor. Yani o kadar etkiliydi. Bütün, düşünsene bir restoran kapanmış ama onun ustası küçük bir kulübede, küçük bir lokasyonda yine bu işi devam ettiriyor. Çünkü o lezzeti istediğin kadar dünyanın en iyi pizzasında yapsan Barınağın kendine…
A: Evet, evet.
H: … has bir, yani o bir kimlik aslında. Yaşatmaya çalışıyorlar. İkincisi de şu anki bir sürü çay bahçesi olan yerler. Şu an yan yana gezmişsinizdir. Buralarda eskiden ahşap kayık ustaları vardı. O zaman fiber, bu teknoloji yoktu. Fiber çok ciddi bir usta ihtiyacı da vardı. O bölgede küçük yani beş metrelik, altı metrelik tersane ismi tabii ki oradan gelmiyor ama bu bunun yan kolu gibi düşünün. Ustalar bu. Saç kayık yapan ustalar boş kaldığında da böyle bir yapım aşaması olmadığında benim gördüğüm kadarıyla orada ahşap tekneyi sıfırdan da yapıyorlardı ve onarım bakım onarım da orada yapıyorlardı.
Bugün oturduğumuz Yalı Kahvesi dışında orada herhangi bir çay bahçesi yoktu. Denize sıfır bir yerdi ki tarih öncesinde de orada ağ kurutmaları yapıyorlardı herhalde. Daha tekne yapımından önce de eski fotoğraflara baktık. Ona biz şahit olamadık tabii de. Benim hatırladığım ahşap kayıt ustaları, Barınak, bir de Rus pazarı vardı. Oradan vatandaşlar otobüslerlerle...
A: Genelde oradaki bavul ticaretiyle.
H: Hediyelik… ‘ kitsch’ diyorsunuz ya işte yani. Kitch ürünleri. Oralarda ev bibloları, işte bilmem buralarda çok.
A:Babam her gün elinde bir şey de gelirdi…
H: Rus pazarında.
A: … saçma sapan bir şeyler abi bunu aldım, şunu aldım. Hep ucuza aldın zannederdim ve evde sürekli dayanıklı bir enstrümanlar var.
H: Bir dönem bütün Sinop sosyete uyuzu olmuştur mesela. Rus pazarı, oradan gelen insanlardan artık el temasından vardı. Ne teması bilmiyorum ama bir şekilde ben çocukluğumda hatırlıyorum uyuz olduğumu, yani sosyete uyuzu diye geçerdi. O insanlardan gelmiştim aslında, sana geldi mi bilmiyorum.
A: Yok gelmedi. Ben gerçek bir sosyete olduğum için bana vurmadı yani.
H: Yani öyle bir hikaye vardı. Rus… Dediğim gibi o tehlikeli şeyini yani kendi kabuk yaşantısını bence Rus pazarıyla kırdı. Onun dışında da bu bölge ileri, o kale, cezaevinin altına doğru orası tersane bölgesi olduğu için yavaş yavaş o tersaneyi küçülterek oradaki işte üretici firma iflas ediyor. İşte yerine yeni bir kişi gelmediğinde buralar biraz da aydınlatılıyor. Oraya bir park, bahçe, düzen getiriliyor. İşte, dolgu alanı oluyor, insanlara yürüyüş alanları artık şehrin o tarafından da geçiş sağlandıktan sonra biraz daha dediği gibi Fatih'in bizim o döneme mekanları saydığında bu mekanlar, sosyal alanlar açılmaya başladıkça tamamen normal vatandaş oraya nüfus etmeye başladı ama ben çocukluğumda o şeyi hissederdim buram buram yani gündüz şarapçılarını işte birbirini bıçaklayan adamları dövüş kavga bitmezdi. Çok…
A: Tam bilir bir saygı çerçevesinde. Bir adab vardı bıçaklamada bile.
H: E, tabii yani şey uzayan şeyler olmuyordu yani.
A: Şu an ne oldu? Şu an bence bir mücadele var. İşte o değişim mücadelesi var. Şu an balıkçılar tabii ki orada kalmak zorunda. Balık tezgahları var. İşte balık şeyleri, büyük tekneler hala oraya yanaşıyor, tersaneye yanaşıyor, iskeleye yanaşıyor, Mendirek’e yanaşıyor daha doğrusu. Orada bir değişim mücadelesi var şu an yani hani hem bir yandan duyuyorsun işte palamuta ‘elli lira’ diye bağıranlar diğer taraftan birkaç işte orada lokantalar, biraz daha modernize edilmiş lokantalar var. İşte pide, lahmacun, mantı satanlar. Bir yandan da üçüncü nesil kahveciler. Şu an tersane aslında bir şey yaşıyor. Kimlik kargaşası yaşıyor. Yani hani neye, neye oturacağı çok belli değil ama bence iyi bir yere oturuyor gibi yani hepsi bir arada olabilir aslında ama işte o saygı şeyini korurlarsa Sinop’da umarım biz bunu şey yapabiliriz yani yenileme revize etme güzel işte Yalı Kahvesinin şu an geldiği hal bence çok tatlı. Yanındaki Acente çok tatlı.
H: Ya şöyle…
A: Hikayeden mi diyorlardı?
H: Şimdi Galataport falan diyoruz. Burada planlı bir değişim var. Buradaki tamamen yine doğal süreç bence. Yani evet Acente yeniden ismi Acente oldu o çok özel bir şey. Yalı Kahvesi, Yalı Kahvesiydi ama birazda bu kişisel girişimlerle olduğu için şimdi oradakiler yani bir sermaye yöneticileri tarafından yapılıyor. Yani buraya bir sermayedar gelip ben bu bölgeyi böyle böyle lokal lokal değiştireceğim dese belki olabilir ama buradaki tamamen yine kişide doğal bir seleksiyon mu deniyor, erozyon da diyebiliriz bilmiyorum.
Bir değişim var tamamen yaşantı, insan yaşantısı değişmesiyle alakalı. Yani belki yeniden orada tersane duruyor olsaydı işte o bölgede çalışan ustaların egemeniyeti olsa egemen olsaydı oraya belki yine bu şekilde olmayacaktı yani baskın taraf oradan tersanenin kalkması o gemi üretiminin kalkması sadece ağ balıkçıları yani ya da büyük gırgır tekneleri kaldı. Yani üretimle alakalı bir şey şu an yok. Sadece direnen eski işte küçük balık tekneleri olan adam ya bize ufak bir yerden olsa gösterin biz daha şeye mi gideceğiz bu teknelerimizin tamir edildiği ufak bir bölüm ayrıldı onlara ama o tamirat işleri için yani tersane denilecek bir şey değil. Balıkçı barınakları gibi oldu. Yani tersanenin sadece ismi kaldı diyebiliriz. Yani tersane isim olarak tersane. Yani bu önümüzdeki yirmi sene sonra bir egoist başkan gelip kendi ismini ya da birinin ismini tersane ismini de değiştirse kimse de ne yapıyorsa kardeşim der mi bilmiyorum yirmi sene sonra.
A: Buzhane, buzhaneye yaptılar işte onu.
H: Buzhanenin adı şu an Sabahattin Ali Kültür Merkezi bak.
A: Bence deli saçması yani. Buzhane işte tersane bölgesinin zamanındaki kalbi aslında yani tüm ihtiyacın balıkçının, işte cenazelere oradan buz gidiyor balıkçıyı oradan buz gidiyor insanlar kendi evlerine buz alıyorlar yani bir şekilde yaşamayı idame ettiren enstrümandan bahsediyoruz. Ticarete de çok etki eden bir yer. Şu an gelinen nokta da buzhane bir kültür merkezine dönüştürüldü güzel de oldu bence fiziksel olarak ama ben şeyi çok eleştiriyorum yani Sabahattin Ali Kültür Merkezi olması çok saçma bence yani buzhane bu ismin hiçbir yerinde yok. Sabahattin bir Sinoplu değil. Sinop'ta birkaç ay cezaevinde yatmış bir yazar saygı duyuyorum ama bence çok saçma yani deli saçması ben hala buzhane diyorum. Zaten sorunumuz o genel olarak toplumsal sorunumuz şu; isim değiştirmeye bayılıyoruz. Yani onu korumaya değil değiştirmeye bayılıyoruz sürekli. Sahip çıkmaya bayılmıyoruz. Orada bir hikaye varsa onu tutmamız gerekiyor. Ama burada bir sorunumuz var.
H: Yani ürettim ben bir şey üretiyorum demeye isimden başlıyorlar ama peşine gelmiyor. Yaptın hadi. E o zaman Sabahattin Ali Kültür Merkezi e hadi tam yanlış buzhane olarak kalsın ama yani o buzhanenin aslında şöyle bir algı var; tersane bölgesinde olduğu için sadece balıkçıların buz ihtiyacını karşılıyor gibi bir algı var ama öyle bir şey değil yani herkesin evinde buzdolabı olmadığı bir dönemde olan yani, şehrin buz ihtiyacını yani hem orada ürünlerini saklama durumu var hem bir de alıp buz kalıplarını evlerine yani adamlar gidip akşam tıkır tıkır buz yani bir tuğla fabrikası gibi işleyen bir yer, personeli olan. Ama tabii ki artık elektronik cihazlar işte herkesin buzdolabının içinde buzluğunun olması falan. Bu, bu ihtiyacı ortadan kaldırıyor. Yani bir fabrikasyon iş sona eriyor. Çünkü daha minimalize hale getirilmiş. Sonuçta bir mekanizma var, bir işleyiş var içeride. Ama yani Türkiye'de kalan ender buz binaları…
A: Evet, evet.
H: Buz fabrikalarından biri gibi bir durumu var. Şimdi mesela bizim jenerasyon için neden bir şey ifade etmiyor? Hani o anlamda bir bağ kuramıyoruz. Hiçbir kere ben gidip buradan buz almadım. Benim bildim bileli kapalı olan bir bina. Şimdi bir sonraki nesil için söyleyelim. Sabahattin Ali Kültür Merkezi demişin. O, orada öyle bir anı biriktirir. Ben buraya çocukken geldim işte bir piyano dinletisi var. Ben buraya Lakerda Festivaline geldim. Şu an mesela gelen jenerasyon, yani biz aradaki ölü jenerasyon buzhane anlamında hiçbir bağımız yok aslında yeni yeni biz de bağlar kurmaya başladık alanla ilgili. Ben kendimi bildim bileli kapalı bir bina orası. Yani bu yaşa geldim daha yeni iki senedir açık. Ya da üç senedir tam zaman kavramı hızlandı da kestiremiyorum o tarafını ama hani buzhaneyle bağı olmayan jenerasyon hangi jenerasyon diye sorsan işte 1984, 1985, 1983’den 1990'lı jenerasyona kadar yani 1990 sonu bilmiyorum 2000'lere kadar da olabilir bu. Bu jenerasyonun bu binayla bir bağı yok. Sen bunun adını kültür merkezi yaptığında Sabahattin Ali yaptığında yani bugün 20'li yaşlarda 22 yaşında olan bir çocuğun bizim yaşlarımıza geldiğinde ya eskiden de buzhane diyorlarmış modunda olur.
A: Bir de şey enteresan ama alakasız bir yere temas edeceğim. Şimdi buzhaneyi Almanlar yapıyor. Ayancık'ta kereste fabrikası Belçikalılar yapıyor. Amerikan radarında Amerikalılar görev yapıyor. Şimdi buzhane buradaki en küçük kesit aslında yani Almanları yapıyor gidiyor bildiğim kadarıyla yanlış bir bilgi de vermiş olmayayım ama bir etkileşim yok. Belçikalıların kereste fabrikasında daha büyük bir etkileşim var. Amerikan radarı zaten en büyük etkileşimi aslında. Çok enteresan yani bu etkileşimlerin bütünü zaten Sinop’u Sinop yapan şeyler bir yandan da işte deniz etkisi de var tabii ki bunun içinde işte Mitridat da var Diyojen de var ama bunların hepsi bir bütün. Buzhaneyle alakalı biz bir belgesel çekmiştik orada o dönem çalışan hatta İnanın dedesi neydi ismi?
H: Tamam, sen bunu bahsetmiştin.
A: Çok tatlı bir adam tontiş bir adam. Şeyimiz var kaydımız var orada da anlatıyor zaten. Şimdi bir gün şey yaşıyorlar bunlar işte orada eksi bilmem kaç derecede bir oda var bu odada adam kapalı kalıyor bir şekilde. Kapıyla alakalı bir sorun oluyor. İçeride ölmek üzere. Eksi bilmem kaç derece de sonra bir şekilde geliyorlar kurtarıyorlar ve adam şunu anlatıyor Almanlar o binayı yaptıklarında duvarları zaten oradaki görevlilerin, işte Hasan mı çalışır Hüseyin mi çalışır hepsinin mevcut kıyafetlerini bırakıp gitmişler bunları giyeceksiniz bu şekilde burada görev yapılacak hiçbiri de giymemiş bizimkilerin. Ve o gün diyor ki eğer ben o kıyafeti giymiş olsaydım aslında hiçbir korkuyu bile yaşamayacaktım belki ya da işte atıyorum bir saat yerine on saat zaten o kıyafeti durabilecektim.
O gün dedi anladım Alman disiplinini o gün anlamış daha sonra ne kadar sirayet etmiş hayatta bilmiyorum ama çok tatlı bir hikaye bu hani kötü de sonlanmadığı için. Yani burada Alman disiplininde bir etkileşim orada yaratılmış. Belki çok küçük bir etkileşim işte Salih Amcaydı herhalde o ve başkalarına. Amerikanlarla alakalı işte basketbol oynamışlar, pizza yemişler işte ilk blue jean giymişler, sevişmişler, dans etmişler bu çok farklı bir şey. Ayancık’ta inanılmaz bir Belçikalıların yarattığı şey var. Bunu üst baştan, kıyafetten, modadan işte 1920'li yıllarda Ayancık’ta 1930'lu yıllarda sekiz üyeli bir kadın tenis kulübü var. Acayip şey, şu anda gitmezsin. Gitsen de birkaç saat vakit geçirmek istemezsin yani hani eleştirmek için söylemiyorum. Öyle yani en azından ben geçiremiyorum. Garip bir yer burası.
H: Ya işte dediğiniz gibi Belçikalısı, Almanı, Amerikalı derken bize de Ruslar olacak gibi geliyor bana.
A: Çok acayip yani bu kentin bu kadar küçük ölçekli bir kentin fiziksel olarak işte nüfus yoğunluğu olarak bu kadar hikayeye sahip olması gerçekten çok garip ya.
H: Ya bir mesela tersanede şu an yaş grupları elli ile diyeyim altmış beş yaş arasındaki insanların çoğu İngilizce bilir Amerikan aksanıyla onlar çünkü ciddi bir etkileşim içinde yaşamışlar yani o barın da tersaneye açılması herhalde Amerikalılar, Sinoplular’dan daha çok tersanede vakit geçiriyordu.
A: Tabii.
H: Öyle bir de bir şey var. Yani adamın meslek grubu önemli değil. Yani yabancı dil bu ülkede yeni yeni bu kadar önemseniyor son on beş senedir önemseniyor. Literatüre, derslere giriyor bir şey. Benim bildiğim.
A: Sinop’da bütün veteran taksiciler İngilizce bilir.
H: He mesela, o…
A: Mesela günlük konuşmasını halleder.
H:… o elli yaş üstü. Günlük konuşmasını halleder.
A: Çetin Abi falan baya aksanlı konuşuyor.
H: Yani öyle bir durum da var. Yani sürekli dışarıdan insanların müdahalesiyle bir kimlik oluşmuş şehirde. O biz bu kadar hani tersaneyi çok kötü bir yermiş gibi anlatmamıza rağmen yani bir şeyi de var. Yani bir duruşu da var.
A: Olur mu, kötü olur mu ya? Tersane Sinop’un kalbidir, kalbidir yani.
H: Hala da öyle yani.
A: Öyle.
H: Ama tabi biraz kabuk değiştirdi, o tersane şeyi yok, daha çok insanların etkileşim aldığı bir yere dönüştü. Durum böyle.
*Bu eser Sinopale 9 kapsamında SAHA’nın desteğiyle üretilmiştir.