top of page

Zafer Akşit

İstanbul’da yaşıyor ve çalışıyor

‘Burası’ hala orada mı?
2024

4 Parça Ses Yerleştirmesi

Tarihi Sinop Cezaevi 40’12’’
Tersane Mahallesi ve Buzhane 55’22’’
Hal Binası 27’47’’

‘Burası’ hala orada mı?, Sinop sakinlerinin anlatıları aracılığıyla bellek, mekan ve değişim arasındaki hassas kesişimi keşfediyor. Buzhane Binası, Tershane Mahallesi, Hal Binası ve Tarihi Sinop Cezaevi kompleksi hakkında Sinoplularla yapılan sohbetler aracılığıyla, ‘Burası’ hala orada mı? kişisel ve toplumsal tarihleri Sinop şehrinin simgeleri haline gelmiş yapılar üzerinden bir araya getiriyor.

Bir zamanlar günlük yaşamın dokusunun ayrılmaz bir parçası olan, ancak artık tamamen dönüştürülmüş ve yeniden işlevlendirilmiş bu mekanlara dair anıları tam da onların oluştuğu noktalarda yeniden seslendirerek, ‘Burası’ hala orada mı? dinleyicileri bu kamusal mekanların geçmiş hayatlarını yeniden hayal etmeye ve hem mekânların hem de belleğin geçici doğasıyla yüzleşmeye çağırıyor.

Bu ses yerleştirmelerinde, Sinop sakinleri için simgeleşmiş yapıları eski halleriyle, kendi işlevlerini yerine getirdikleri zamanları hatırlayan belki de son kuşak Sinopluların seslerini duyuyoruz. Bu sesler, halin esnaflarla ve onların müşterileriyle dolup taştığı, Buzhane’nin balıkçıların ve yerel halkın buz ihtiyacını karşıladığı, Tershane Mahallesinin “pek de tekin olmayan” bir üne sahip olduğu ve Sinop Cezaevi’nin turistler yerine mahkumlar barındırdığı zamanları tasvir ederken, dinleyiciler üzerinde hem nostaljik bir iz bırakıyor hem de, iyisiyle, kötüsüyle, zaman içinde yitirilenlerin ve onların yerini almış olanların üzerine bir tefekkür fırsatı veriyor.

Anlatanlar:

Hal Binası:

Hasan Onur, Sinop Tarih ve Kültür Araştırmaları Derneği Başkanı
Murat Yıldırım, Sinop Sakini, Mimar
Leyla Yıldırım, Sinop Sakini
Zekiye İnce, Sinop Sakini
Zeki Menekşe, Hal’de terzilik yapıyor
Ayla Tığlı, Sinop Belediye Başkan Vekili

Ses yerleştirmesinin transkripsiyonu:

A: Aşağı yukarı elli sene önceki şey, yani biliyoruz.

B: Sinop'un meyve, sebze işini hallederlerdi.

A: Ya sinop'un şey merkeziydi, alışveriş merkeziydi, tekti yani başka yoktu. Ne tersanede…

B: Evet.

A: ..ne Meydankapı’da ne diğer Gelincik falan öyle pazar yeri hiçbir şey yoktu. Her şey oradaydı. Yani meyve mi almak istiyordun, oraya gidecektin. Sebze mi alacaktın, oraya gidecektin. Ve bayağı da güzel, o dükkanlar o döneme göre çok temiz, çağdaş, pırıl pırıldı yani.

B: Evet, evet.

A: ..insanlar böyle, ne bileyim ben hiç sanki daha önceden onun eğitimini almış gibi, çok çok güzeldi. Çok güzeldi, yani şu durumdan, şu mevcut elli yıl önceki durum daha güzeldi, daha temizdi.

B: Düzenliydi.

A: Daha saygılıydı, daha düzenliydi. Öyle insanlarda öyle şey kaygısı yoktu öyle para kaygısı, kazıklama işte onu alayım da elliye satayım falan yoktu öyle bir şey. Ya insanlar çocuklarını yollardı. İşte ‘Ne lazım? iki kilo domates, bir kilo armut, bilmem elma lazım. Giderdi annem dönüşte parasını verecek derdi. O kadar güvene dayalı.

B: Genelde öyleydi yani.

A: Yani çok güzeldi ya. Hiç öyle bir dolandırıcılık, hırsızlık şey yok. Meyveler açıkta dururdu. Akşam mesela hal kapanırdı. Bir tane bekçisi vardı. O bekçisi de hayvanlardan falan korumak için, işte kuşlar girip şey yapmasın vesaire. İnsanlarla ilgili değil, herkesin malı…

B: Ortadaydı.

A: Dükkanı açıktı. Dükkan kilitli bile değildi. Bu kadar da bu kadar güzeldi. Yani Sinop'un öyle özelliği var. Ben Türkiye'nin hiçbir yerinde öyle böyle bir şey görmedim ama çok güzeldi. Alt katlarda işte boydan boya sıra sıra şeyler vardı. İki tane kasap vardı, sağlı sollu. Diğerleri hep…

B: Manav.

A: Manav, bakkal işte ne bileyim…

B: O tarz.

A: Şey, gayet güzeldi, çok çok güzeldi. Üst katlara, yani o genelde Sinop’un şeyinde vardır.

B: Alttakilerin deposu gibiydi yani genelde.

A: Depo gibi de…

B: Kullandıkları…

A: ..bir iki tane kullandıkları… İnsanlar, Sinop, yani ben biliyorum, Sinop insanı rahatlığı severdi.

B: Yukarı çıktıktan sonra…

A: Üst kata, o arkadan merdivenlerden çıkıp şey yapmak hiç işlerine gelmedi. Hatta derdi ki, ‘’Ya orada varsa aşağıya indirin de getirin alayım" diye. Üst katları boştu. Bir iki tane ha vardı. Mesela, Avcılar Kulübü vardı. Bu Amerikan radarındaki Amerikan askerleriyle buradaki Türklerin ortak Avcılar Kulübü, işte ‘Hunters Club’ diye. Bunlar vardı, onların ofisleri, bir ofisleri vardı. Arada bir toplanırlardı, böyle bir araya gelirlerdi.

B: Hüseyin amca vardı, yumurta depoları, radar.

A: Amerikan radarının yumurtasını, peynirini, sütünü vermek için. Yani onun haricinde şey çok çok işlevsel bir hali vardı. Yani yirmi dört saat çalışırdı diyebilirim.

B: Evet.

A: Gece saat on bir ile sabah dört arası kapanırdı. Yani, güzeldi, çok güzeldi, çok çok iyiydi ve merkezi bir yerdi yani. Adam yürüyerek inerdi, gelirdi orada, alışverişini yapardı. Bir de elinde file ve şeylerle birlikte yürüyerek…

B: Eskiden fileler vardı kesinlikle.

A: File vardı, şey değildi öyle poşet moşet olayı yoktu. Güzeldi ya, vallahi yani özlüyorum desem yeridir.

B: Küçük yerdi.

A: Sinop o zaman şu berzahta sıkışmış bütün kent Suriçi dediğimiz bir olay var. Meydan kapıdan. Böyle surun etrafını çevirdiği Sinop burasıydı. Sinop'un dışında o adada madada, Balatlarda şurada burada falan tek tük bir iki ev vardı.

B: Hep yeşillikti, ağaçlıktı, zeytinlikti.

A: İnsanlar orada tarım sebze yetiştirirlerdi. Onları da satmak için burayı hale getirirlerdi. Burada hala anlaştıkları birisine verirdi. İncir toplardı şu aylarda mesela, incirleri getirip bunu satın derlerdi. Ama ondan sonra yerleşim artınca yani oralar imara açılıp binalar yapılınca insanlar artık oradan bu sefer ne doğdu? Halin işlevselliği, mahalle bakkallarına. Önce bakkallar. Burada öyle bakkal manav ayrı değildi yani. Manav, önünde manav şeyi vardı.

B: İçinde bakkalı vardı. İşte zeytini,peyniri..

A: Arkasında bakkalı vardı.

B: Zeytinyağsı hepsi satılırdı.

A: Ekmek mesela, ekmeğe fırından başka hiçbir yerden alamazdınız.

B: Evet.

A: Öyle bir şey yoktu. Adamlar fırına gidecek. Kasaptan et alacak. Buzdolabında öyle dondurulmuş, paketlenmiş, öyle bir şey yok. Mesela bizim burada Yusuf vardı bu halde. Hala var bizim arkadaşımız burada. Bu ilk defa ben bir gün dedim ki ona, ‘’Ya Yusuf dedim, İstanbul'da mı İstanbul'da görüyoruz, artık paket sistemleri başladı. Mercimek geliyor mesela, dökme, her şey dökme. Toz şekeri de dökme…’’ Bilmem işte…

B: Çuvallarla.

A: Bulgurlarda o çuvallarla böyle alıyor, tartıyor, koyuyor. "Paketleme yapın" dedim. Naylon torbalar, o poşetler çıkmaya başladı. Yusuf baktım bir gün orada toz şekerlerini yarımşar, yarım kilo, bir kilo efendim mercimeği, pirinci vesaire paketliyor. Şimdi hem görüntü güzel oluyor, istifleniyor şey hem satışı rahat oluyor ve hiç böyle bir gram da şaşmaz yani. Dürüst, temiz insanlar. Ve ondan sonra paket sistemi çıktı. Hiç yoktu, daha evvel. Amerikalılar da, şimdi Amerikalıların da bu anda büyük etkisi var. Burada Sinop’un nüfusu 9.000, 3.500 tane Amerikalı vardı.

Daha sonra aileleri gelmeye başladı. Bizim bu binalarda on altı on yedi tane Amerikalı kiracılar vardı mesela. Onlar alışmışlar Amerika'da gidip öyle marketlerden, market usulü şimdiki gibi. Öyle dökme hiç işlerine gelmiyor. Amerikalılar da bu iş olunca insanlar paket işine girdi, girmeye başladılar. Mesela eskiden tereyağı köylerden gelip satarlardı. Yayıkların içinde. Öyle buradan şimdi. O pek hijyen değil. Amerikalılar falan almıyordu öyle. Bazı bu işi bilen Türkler de dışarıda okumuş eğitim, onlar da almıyordu. Ondan sonra tuttular, paket yapmaya başladılar. Daha ambalajlarını daha güzel yapmaya başladılar. Ama bu hem işi yaygınlaştırdı, hem olayı çağdaşlaştırdı. Ama gel gelelim halin her gün fonksiyonu azaldı. Ama o bir dönemdi, geldi geçti. Bana sorsan şimdi, bu özlüyor musun? Tabi özlüyorum.

B: Güzeldi.

A: Nelerini özlüyorum? Yani güzel yanları…

B: Nostaljiyi.

A: Samimiydi, dürüsttü. Öyle hile hurda yoktu. Kimsenin öyle beş kuruşuna kimse tenezzül etmezdi. Gelirler, gelirlerdi Samsun'dan kamyon gelirdi, dükkanların önüne bırakırdı, yirmi kasa domates, üç kasa boş, işte ne bileyim biber bilmem ne. Kimse kimsenin bir tane biberine, bir tane şeyine yok. Yok yani şey yapmaz. Hatta bir tanesi dükkanı açmazdı mesela, geç açardı. Onda olmayan bir malı, onun dükkanını alıp satardı. Gelince derdi ki, "Senin oradan bir kilo biber aldım, al parasını" derdi. Yani böyle bir şeydi. Onu, bu anlattığım Sinop'a özgü bir şey değil. O zamanki Türkiye böyleydi. Özlüyoruz, ne bileyim.

A: Dediniz ki bayanlar girebiliyor muydu çıkabiliyor muydu? Ben on üç on iki on üç yaşlarımda… Ben babamın rahatsız olduğu zamanlar birkaç gün ben bekleyebilirdim. Bekliyordum yani. Ve yan komşularım, ismini de söylemekten çekinmiyorum; Cemal amca, Cemal Ersan ve yanındaki Talip amcalar, Hikmet amcalar yardım ederlerdi. İki, üç gün destek verirlerdi. Ve oraya alışverişe girip çıkma değil, ben o dükkanı beklerdim on üç on dört yaşlarımda. O anılarım var, çok destek verirlerdi. Ben hala unutmam. Oraya her girdiğimde hatırlarım sıradan. Tabii ki şu anda değişti. Ticaret de değişmiş orada. Bu anılarım var. Ben çok seviyorum hali. Çocukluğumuz geçti yani. Yani bu kadar.

A: Bu hal sabahleyin saat yedide açılır akşam geç vakitlere kadar açık olurdu. İçeride alt katta genelde ticaret dönerdi. Üst kat boştu. Üst kat şimdi şey oldu, alt katta iki üç tane kasap vardı.

Onun haricinde de kalan kısımlar bakkaliye ve manavdı. Sinop'un o zamanki nüfusuna göre Sinop'un marketini orası karşılardı. Yani Sinop'un AVM'siydi bir bakıma. Pazar orada kurulurdu. Hafta pazarı perşembe günüydü. Orada kurulurdu. Sinop'un nasıl söyleyeyim yani halkı bütün kesimi, lokantaları hepsi oraya gelirdi. Oradan alışveriş yapılırdı. Onun haricinde tabii çok anı var yani hani anıya kalırsa ben üniversite hayatına başlayıncaya kadar ilkokuldan sonra yazları orada geçti babamla beraber.

Çok önemli bir anım var onu paylaşmak istiyorum. 12 Eylül pardon, pardon. 27 Mayıs olduğunda yani 80? yok 1980 değil, 27 Mayıstı galiba evet o zamanın valisi hem belediye başkanıydı hem valilik görevini görüyordu. Ve hali ziyarete geldi. Ziyaret ettiğinde halin ortasında o zaman haldeki bütün esnaflar bir kooperatif kurmuştu. O kooperatif vasıtasıyla Sinop'ta beyaz üzüm yoktu. Siyah üzüm vardı. Beyaz üzüm Geyveden, işte İzmir yörelerinden kamyonlarla gelir. Bu kooperatif vasıtasıyla satışı yapılır, taksim edilirdi. Onun haricinde pazarda çok güzel alışverişler olurdu. Yani normal bir ticari hayat sürerdi. Öyle çok ahım şahım herhangi bir hatıra olarak bir şeyde hatırlamıyorum yani. Orada çok sıcak çok güzel bir hayat vardı, canlıydı. Arkadaşların dayanışması hani ahi sistemi gibi bütün esnaf birbiriyle yardımlaşırdı. Yakın çağımızın ahiliği orada yaşıyordu yani.

Şimdi Sinop, şöyle söyleyeyim Sinop bir dönemde kendi yerli üretimi de vardı sebze meyve olarak. Ama bu Sinop’a yetecek bir şey değildi. Bu ne kadar olurdu, yazın Haziran-Ağustos arası domatesini, salatalığını, efendim her türlü fasulyesini bahçeler tabir ettiğimiz Gelincik Mahallesinde bazı bostanlar vardı, onlar sağlarlardı. Onların birkaçı da bizim müşterimizdi. Mesela Sağıroğulları vardı. Cengiz Tuncer vardı. Gülümoğulları vardı yani bu aile olarak onların bostanlarından sağlanırdı. Şöyle bir şey de söyleyeyim, sabahları onlar yine bir günkü bir anımı şey yapayım paylaşayım. Eşek arabalarıyla gelip eşeğin arkasında bir araba; domatesini, patlıcanını, salatalığını koyar, getirir. Şimdi o yola Kaleyazısı meydanı, yani şeyden, halden, öbür tarafa yukarı doğru, otogar tarafına doğru. Biz çıkarız. Arabayı kim önce elini tuttuysa o pazarlığı önce yapar ondan sonra bir ikincisi gelir başka kimseye yaklaşmazdı. Ben de çocuğum o zaman. Yandaki müşterilerimiz, pardon komşularımız. Onlar da çıkardı. Koca koca adamlar.

Ben hemen gider yapışırdım. Sağıroğulları’nın şeyi borsa gibiydi. Yani onlar bir fiyat verdiğinde diğer fiyatlar ona göre dengelenirdi. Önce onun arabasına yapışırdım ben. Önemli anılardan biri bu. Bir başkası da yine bir gün akşam vakti. Pazar bitti. Babamla beraber o gün çok güzel bir alışveriş yaptık ve babam, ‘Oğlum dedi ben yoruldum, ben eve gidiyorum’ dedi. ‘İyi baba sen dinlen’ dedim. Yani pazarın şeyi geçti. Ve o arada üç küfe tabir ederiz biz şeylerle, armut geldi. Ama o zaman ‘ziraat armudu’ tabir edilirdi. Böyle sulu, gayet güzel sarı sarı. Yani harika bir armut. Baktım hemen hemen yani altmış, yetmiş kilo, yüz kiloya yakın armut var. Ne kadardı dedim o zaman ‘batman’ tabir edilirdi kilo değil de. Batmanı altmış lira mı dedi. Ne dedi? Aldım kabul ettim. Hiç şey yapmadım çünkü öyle bir armut pazara gelmedi hiç. Neyse aldım. Tabii yandakiler diğerleri, hiç ses çıkaramadılar. Pazarlığa da bırakmadım işi. Hemen şeftali kasaları tek sıra çıkarttım. Birinci, ikinci, üçüncü, otuz, kırk kasa istif ettim.

Üst katta Allah rahmet etsin, Hüseyin Abi vardı Hüseyin Altıner. Oradan bağırdı, ‘’O birinciler benim’’ dedi. Fiyat miyatta sormadı. Yüz yetmiş beş kuruş. Benim aldığım fiyat doksan kuruş falandı. Öbürleri yüz elli kuruş, öbürleri yüz yirmi beş kuruş. Bir saatin içinde hepsini sattım, bitti. Otuz beş lira para kazandım. Otuz beş lira para o gün akşama kadar çalışmamızdan kazanamamıştık. Öyle bir para yani. Ve sevine sevine eve gittim. ‘’Otuz beş lira kazandım baba bugün’’ dedim. Bir sevindi. O da şey yaptı. Hayatımın çok önemli anlarından biridir bu da. Halde hiç kavga diye bir şey olduğunu hatırlamıyorum. Yani bütün komşular birbirleriyle sevmeyenler vardı birbirini ama katiyen kavga olmazdı. Tartışma dahi olmazdı. İnsanlar birbirini kırmazdı. Fevkalade yardımlaşma olurdu. Yani birinin ödemesi var, komşular yardım ederdi. Bir ikisi hariç herkes birbirine yardım ederdi. Manevi bir kooperatif ruhu vardı babadan. Bunun haricinde de fazla bir şey söyleyemeyeceğim.

L.Y: Halin hal olduğu dönemlerde ben küçük bir Leyla Yıldırım hatırlıyorum. İlkokula gitmediğim zamanlarda babamın bir dükkanı vardı. Hem şarküteri gibi hem bakkal hem manav ikisi bir arada olan küçük dükkancıklardı. Bana kocaman gelen bir dükkandı o zaman. İçinde kaymaklı bisküvileri vardı. Kutularda böyle, teneke kutularda, kübik kutularda kaymaklı bisküviler vardı. Ben biraz kaymaklarını yerdim, bisküvilerini kenara koyardım. O zamanlar kocaman bir ortasında meydan, bana gerçekten çok büyük geliyordu oraya gittiğimde. Hani ben eve sebze meyve taşıyabilecek yaşta değildim. Muhtemelen annem beni haberleşme olarak gönderebiliyor olabilir. Evimiz de çünkü Kaleyazısındaydı, Sarımsak Mahallesindeydi evimizde o yıllarda. Ben oradan oraya muhtemelen babama bir şey söylemeye diye geliyordum çünkü telefonların çok az kullanıldığı bir dönemdi. Güvercin olarak kullanılabiliyordum belki de çünkü gerçekten işlev görebilecek kadar büyük değildim.

Ama çok güzel bir ortamı vardı. Orada esnaf olan tüm amcaların adını bile hatırlıyorum. Dostluk böyle, dostluk arkadaşlık, rekabetin ben ya da bilmiyorum rekabetin olmadığı bir ortamdı. Çünkü gördüğüm bütün büyükler orada birbirine yardım ediyordu. Yani birinde bir sebze yoksa öbürü hemen takviye ediyordu. İlkokula başladığımda zaten çok artık oraya gidip gelmemeye başladım belki ama benim ilkokulum, bitirdiğim sene babam dükkanını kapatmıştı orada. Fakat sonrasında azala azala mı bitti çok, gerçekten çünkü benim için babam oradayken gidilen bir yerdi. Sonrasında çok da ilgimi hiç çekmedi. Okul hayatı işte sonrasında kendi yolumda ben yürüdüm.

Ama nasıl hatta bu konuşmayı yapmadan önce ben de merak ettim. Hani nasıl bitti? Yani muhtemelen orada artık dükkanlar belki de işte manavlar falan büyük marketlerin açılması… Tamam bir on beş yirmi senesi vardır belki ama hal binası işlevini çok daha önce bitirdi gibi hatırlıyorum. Yanlış bilgi de olabilir. Sadece önsezilerle söylüyorum. Ama güzel bir yerde benim çocukluğumu anlatıyor. Her gittiğimde babamın dükkanı şimdi orada bir yer muhtarlığı var galiba birinci dükkan değil, ikinci üçüncü dükkandı sağdan girdiğinizde oraya girdim yıllar sonra. Çok sağ olsunlar oradaki arkadaşlar Erkan Bey yardımcı oldu. Hatta ben babamı götürdüm oraya Erkan Bey ile konuştular. Erkan arkadaşım hatta biz şöyle konuşmuştuk, babam bu konuda bilgilerini aktaracaktı biz seslendirmesini alacaktık, yetiştiremedik. Çünkü 1920 doğumlu, 1922 doğumlu bir cumhuriyet adamıydı babam. 95 yaşında kaybettik onu. Keşke belediye ya da belediyemize destek olarak iş adamları ya da farklı firmalar buraya el atıp hep birlikte restorasyonunu yapıp yeniden farklı işlevle belki ya da yine aslında aynı uygun işlevlerle yeniden devam etmesi, yaşamasını dilediğimiz bir kurum. Ama ben o binanın, o güzel binanın çünkü çok muhteşem yapılmış bir mimari o. O binanın değerlendirilmesi konusunda sorumluluğum neyse ya da bu konuda yapabileceğin neyse ortaya koymaya hazırım.

A: Şimdi eskiden burasını birisi yaptırıyor belediyeye hibe ediyor. Burası ne satılır ne yıkılır. Burası yapılmadan önce benden 2-3 yaş küçükler buranın arsa olduğunu ve 57-58’de faaliyete girmiş. İşte o zamandan beri böyle gidiyor. İşte bekçisi vardı buranın temizlik işlerine bakardı, sabah açardı, akşam kapatırdı. Yani böyle aşağısı bakkaldı, esnaf dolu çok güzel bir yerdi. Zamanla esnaflarda buralarda pazaryeri falan açılınca esnaflarda tutunamadı, kimisi rahmetli oldu, kimisi bıraktı gitti, durum böyle. Valla epey oldu, şurada karşıda, motorun durduğu yerde vardı bakkal, en son o gitti, gene epey oldular yani. Yani o kalmıştı tek, hepsi gitti. Marketlerden sonra burası artık yavaş yavaş bitti. Pazar yeri burdaydı burdan Kaleyazısı’na doğru gider gibi oldu, ondan sonra, öbür tarafa doğru gitti. Bu pazar yeri var ya o tarafa doğru gitti. Güzeldi o zamanları, gayet işlekti yani. Üst katlar terziydi, esnaftı. Toptancı şeyi vardı burda üstte de vardı. Hep esnaftı yani terzi falan. Şurada Sinop Avcılar kulübü var onun bitişiği bir terzinindi, aşağıdan buraya geldi. Hep terziydi burası. Kimisi bıraktı, dedim ya, kimisi rahmetli oldu. Şu büyük bina var ya, Gönençlerin, onların iki katlı binası vardı, eskiydi, onların babası terziydi ordan devraldım. Durumlar böyle. Şimdi bekçisi de yok buranın, en son giden burayı esaslı dan kitliyor, önce gelen açıyor. Tabi Sinopale’nin şeyleri o kapıdan çalışıyor. Durumlar böyle. Ama bu günlerimize de şükürler olsun, mekanı cennet olsun burayı yaptıranların, bakım edenlerin.

A: Eskiden Sinop Hal’i mevcut durumdaki gibi değildi. Gayet etkin, kalabalık, üst katında terzi dükkanları vardı, esnaf harıl harıl, alta manav dükkanları vardı, örgülü, örülmüş karasu sepetleriyle buraya sebze almaya gelirdik. Hatta kırmızı biber tane işi satılırdı salça yapmak için. Sinop’un güzel günleri ve halin hareketli zamanlarıydı. Şu anda da Sinopale çalışmaları var, sanatçılar, herkes çalışma halinde, arı gibi işliyor. Önceki günlerdeki sessizliğini bozmuş. İnsana gerçekten duygusal anlamda derinlik katıyor diyim. Bütün gençler sanatçılar, hepsi çalışıyorlar, çok keyif aldım ben bugün hale gelmekle. 65-66 yıllarında buraya gelirdim. Ben 1959 doğumluyum. Annemin elinden tutar gelirdik buraya. Sonradan pazaryeri kuruldu, önceden pazar yerimiz yoktu, buradan alışveriş yapardık. Güzel günlerdi. Hatta tersaneye Ayvalık’tan gemiler gelirdi, zeytinyağı falan, bakkal Sarı Kadir vardı, oradan zeytinler, zeytinyağları gelirdi ve tenekelerle yağ alırdık. Bu kadar işlevsel bir pazarımız yoktu.
Güzel günlerdi bizim çocukluğumuz. Salih amca vardı, üst katta, rahmetli oldu. Yukarıda bir tane kasap var mıydı? Vardı. Bir de kasap vardı yukarıda onu hatırlıyorum. Biz çok üst katlara çıkmazdık. Alt katta işimiz bitince giderdik. Mahalle içindeki kasaplardan alışveriş yapardık genelde. Onu da babam yaptığı için. Ben çok üst katta… bir tek salih amcaya pantolon diktirmeye geldiğimizi hatırlıyorum. Her türlü her şeyi dikerdi. Şimdi arkadaşımın da babasıdır. Sonra kızıyla arkadaş olduk. Onun dışında… Ama çok hareketli bir yerdi hal.

Şimdi tek tek kimler vardı çok hatırlayamıyorum ama manavlarıyla, dükkanlarıyla oldukça hareketliydi, hatta, farklı mahallelerde oturan insanlar burada görüşürlerdi. Öyle bir şey de olurdu yani, karşılaşma, görüşme olurdu. Buluşma yeri gibiydi. Dükkanlar sürekli açık olurdu, belli bir günde değildi. Mesela haftanın belli bir gününde pazara gidiyoruz, burası öyle değildi. Sürekli açıktı. Erken saatte açılırdı, geç vakitlere kadar. bazen malzeme geldiğine de şahit oldum. Hani satılan arabalarla gelirdi. Hammallarımız vardı, onlar alışveriş yaptığımızda el arabalarıyla evlere götürürlerdi. Onlara taksi parası gibi para verirdik. Biz el arabasının yanında giderdik. Çok dükkanları hatırlayamıyorum üst kata çıkmadığımız için. Kasaplar vardı girişinde, hala var. Bak çeşmeyi hatırlamıyorum hiç. Var mıydı bilemiyorum. Olsa iyi, kötü bir ıslanmışlığımız falan olurdu yani. Hatırlasam… Onu hatırlayamadım.

Üst katlarda kim vardı? Salih amcadan başkasını hatırlamıyorum. Dediğim gibi üst katlara çıkmışlığım yok, yani, orada net şu vardı, bu vardı söyleyemiyorum. Biraz bizim halkımız ehlikeyiftir, tembeldir demiyim de. Yani… kendini yormaz. Onun için dediğin gibi sepetler salınırdı. Onu iyi hatırlattın. Kasalarda böyle, ağaç kasalarda meyveler olurdu. Biberleri, domatesleri falan hatırlıyorum. Yani annem de çok böyle salmazdı dokunacaklar diye, pek fazla bir şeye ilişemezdik. Öyleydi işte. Ama daha güzel olacak, inanıyorum Hal’e eski görkemli haline kavuşacak. Çünkü Sinop eskiden de, ticari anlamda, liman nedeniyle, ticareti olan, şarap ve zeytin üretimi olan bir şehir. Gene güzel günlere, o ticari etkinliğine kavuşacak diye düşünüyorum.

*Bu eser Sinopale 9 kapsamında SAHA’nın desteğiyle üretilmiştir.

bottom of page